Bir kurum koordinatörlüğünde İstanbul’da yapılan yelkenli yat yarışları organizasyonuna, fotoğraf çekme maksatlı iştirak ettim. Yarışmaya, Türkiye’deki kurumsal firmaların yelkenli yat takımları da katıldı. Yat takımları bir gün önceden yarışın organize edildiği limana gelmişlerdi. Takımlar, sabah saatlerinde yatlarının başına gelip, son hazırlıklarını yaparak, yarışmanın başlayacağı açıktaki şamandıralara doğru gitmek üzere limandan halatlarını alarak avara ettiler (ayrıldılar).
Fotoğraf çekimi için bir yere gittiğimde çekeceğim konu veya konuları önce kafamda çekmeye çalışır ve bunun üzerine hazırlık yaparım. Ancak buradaki takımların limanda ve yattaki hummalı çalışmaları dikkatimi, fotoğraf için yapacağım ön çalışmadan daha ziyade buraya çekti. Buradaki yaşanan enstantaneler beni, daha önceden de yaptığım takım eğitmenliği günlerime götürdü.
D1 Dingi Sertifikam olması hasebiyle, daha önceden yelkenli tekne çalışmalarına katıldım. Yelkenli yatlar, tam bir takım çalışması atölyesidir. Kurumsal firmalar bunun böyle olduğunu bilirler ve dolayısıyla bu tür etkinliklere hem eğitim hem de reklam maksatlı katılmayı tercih ederler.
Yat takımlarının limandaki çalışmaları esnasında, değişik firmaların takım kadrosu ile görüşme fırsatım oldu. Kendilerine, “Birçok yat yarışlarına katılıyorsunuz, Siz sadece bu işle mi ilgileniyorsunuz?” şeklinde bir soru yönelttim. Kendileri de, “Biz aynı zamanda firma çalışanıyız, bu işi hafta sonları gönüllü olarak yapıyoruz” şeklinde cevap verdiler ve ilave ettiler, “Firmamız bizi ve bu faaliyetleri sonuna kadar desteklemektedirler.”
Burada duralım ve bu durumun bir analizini yapalım. Takım, farklı uzmanlık alanlarından gelerek becerilerinin birleştirilmesi ile bir görevi yerine getirmek üzere bir araya gelen insan topluluğuna denir. Yat takımları da, firmanın farklı bölümlerinde çalışıp, denizciliğe ilgi duyan insanlardan oluşmuştur. Ancak burada daha önemli bir husus var, o da “Aidiyet Duygusu”dur. Bu takımlar oluşurken hiçbir kimseye zorla, “Sen bu takımda yer alacaksın” şeklinde bir yaklaşımda bulunulmamış, tam tersi çalışan, kuruma öyle bir aidiyetle bağlanmış ki, tek boş vakti olan hafta sonunu bile çalıştığı kurumu adına böyle bir faaliyetlere katılım ile değerlendirmektedir.
Öyle ise, çalışanı bu yat takımına çeken nedir? Konuya ilgisi mi? Şirketini sevmesi mi? Şirkete duyduğu aidiyet mi? Şirketteki motivasyon sistemi mi? Şirketin değer, norm ve inançları mı? Yönetimin konuya gösterdiği destek mi? Şirket liderlerinin yaklaşımı veya desteği mi?
Sorduğumuz tüm bu sorular veya bunun paralelindeki sorular bize bir konuyu işaret ediyor, Kurum İklimini. Kurum iklim nedir? “Oluşturulan kültürden kaynaklanan sonuç olup, kurumu çevreleyen yaygın atmosfer, takım üyelerinin moral düzeyi, sağlıklı kurulan iletişim kanalı, aralarındaki iyi niyet, samimiyet ve ait olma duygusunun gücüdür”.
Çalışanlar, kuruma hâkim olan kültür değerlerini benimsediğinde; değerlere bağlı, olumlu bir kurum iklimi oluşacaktır. İletişimin, verimliliğin ve iş tatmininin yüksek olduğu, dolayısıyla çalışanların istediği düzeyde bir iklime sahip olan kurumlarda, işe yönelik olumlu duyguları olan personel oluşacak ve dolayısıyla çalışan kendini kuruma ait olduğunu hissedecektir. Bunun sonucunda da böyle faaliyetlere gönülden katılacaktır. Sizlere bir ruhun oluşma aşamasını açıklamaya çalıştım. Esenlik dileklerimle…
İlhan Kılınç
Lojistik Alanda Yönetici
E-Mail: kilincilhan@yahoo.com