Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne
Karayollarının gelişimine yönelik olarak atılan en önemli adım 1929 yılında Nafıa Vekaleti içinde Şose ve Köprüler Reisliği'nin kurulması ve eski idare zamanında alınmaya başlayan Yol Vergisi ve bununla birlikte çıkarılan Yol Kanunu’dur.
Karayolu ulaşımı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, demiryolu ulaşımına nazaran büyük bir gelişim göstermemiştir. Temel ulaşım yolu olan demiryolunun yeterli olmadığı yerlerde, karayolu ulaşımına yer verilmiştir. Ancak karayolu sektörüne yatırım ikinci planda kalmıştır. 1923-1933 döneminde karayolunda görülen yatırım eksikliğinin başlıca nedeni, demiryoluna harcanan kaynakların azalması ve dünyada yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle devletin mali sıkıntılar yaşamasıdır. 1923-1933 yılları arasında doğrudan doğruya Nafıa Vekaleti tarafından yaptırılan toplam karayolu uzunluğu
Deniz teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak büyük hacimli kargoların daha düşük emek gücü maliyetiyle uzun mesafelere taşınması açısından denizyolu önemli bir ulaşım sistemidir. Denize dayalı ticaret yollarının açılması ticarete konu olan malların türlerini değiştirmiştir. Nitekim günümüzde küresel dünyanın daha da düzleşmesine yardımcı olan deniz kargo taşımacılığının yüzyıllar önce kullanılmaktaydı.
Denizyolu ulaştırması, hizmet ve ürünlerin üretim merkezlerinden tüketim merkezlerine limanlar arası taşıma ve dağıtımını gerçekleştirmektir. Anılan taşıma ve dağıtıma ilişkin faaliyetlerde, kullanılan vasıta ve tesislerin üretim ve pazarlanması topyekûn deniz ticaretini oluşturmaktadır.
Denizler aynı zamanda toprak altı zenginlikleri, sağladıkları sayısız besin kaynakları ve geniş kapasiteli ulaştırma imkânları ile insanlığın ortak hayat alanı olduğu gibi, önemli bir ekonomik mücadele zeminini de oluşturmaktadır. Türkiye coğrafyasının üzerimize yüklediği en büyük sorumluluk, bu yarımadayı çevreleyen deniz alanlarını etkinlikle kullanmak ve Avrasya suyollarının kesişimin de olan böyle bir bölgenin hakkını vermektir.
Üç yanı denizlerle çevreli Osmanlı İmparatorluğu’nda deniz ulaşımının ve taşımacılığının tamamına yakın bir kısmı kapitülasyonlardan yararlanan yabancılar tarafından yapılmaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında denizyolları, demiryollarında olduğu gibi yabancıların elinde olan bir ulaşım sektörüydü. Türk deniz sularına Türk denizcilerinin hâkim olması maksadıyla, Lozan Antlaşması’yla Kabotaj hakkı (kendi karasularımızdaki gemi işletmeciliğini ve denizcilik hizmetlerini yapma hakkı) Türkiye’ye tanınmıştır.
İzmir İktisat Kongresi kararları, Türkiye’nin kapitülasyonlar sonrasındaki kararlılığının dünyaya duyurulmasında ve kabotaj hakkımızın şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Türk deniz ticaret sektörünün gelişmesinde ve canlanmasında kabotaj tekelinin yadsınamaz payı bulunmaktadır. Denizyolunun yük ve yolcu olarak tamamen Türklerin yönetimine geçmesi, ulaşıma verdiği ekonomik taşıma ayrıcalığının yanında, gemi yapım sanayisine katkı sağladığı gibi limanların yapımını tetiklemiştir.
Müteakiben 1 Temmuz 1926 tarihinde Kabotaj Kanunu yürürlüğe girmiştir. Böylece Türk deniz sularında yük ve insan taşımacılığı yapma ayrıcalığı tamamen Türklere bırakılmıştır. Kabotaj Kanunu, denizyolu ulaşımının dönüm noktası olmuştur. Denizyolu ulaşımında bu Kanun ile birlikte, milli menfaatleri gözeten bir denizyolu politikası geliştirilmiştir.
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, vatanı ve milleti adına yaptığı büyük işler için şükranla anıyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum. Ruhu şad olsun.
İlhan Kılınç
Lojistik Alanda Yönetici
E-Mail: kilincilhan@yahoo.com